Olimpos Günlükleri

| Yolda

7  Ocak 2017

Bunları uzak, insansız kalmış bir kasabada; bir bungalov evin içinde yazıyorum. Olimpos’tayım. Okulu bir süreliğine bırakalı iki hafta oldu. İstanbul’u terk ettim. Kendimi çok iyi hissediyorum.  Burada bir abiye yardım ediyorum elimden geldiğince, o olmadığında da buraya bekçilik yapıyorum. Keyfim yerinde. Tavuklar, ördekler, kediler ve dağlarım var. Bir de sonsuz Yunan Tanrıları’ndan kalan sahilim. Bazen biraz bulanık olsam da sonra her şey tekrar durulaşıyor.

Antalya’dan buraya doğru gelirken otostop çektim. Hava fena değildi. Orta halli arabasıyla, sakin bir adam aldı beni. Vicdan muhasebesini geç tamamlamış olacak ki epey uzakta durdu ben de oraya kadar yürümek zorunda kaldım. Sonra anlatmaya başladı. Bor madenleri varmış, onları işlediğimiz zaman ülke güçlü olacakmış. Ben pek bilmem böyle şeyleri abi, dedim. “Her yer hainlerle dolu.” dedi. “Kimseyi arabaya almak istemiyorum.” Dinledim sadece. Bazen güzel dinlerim. Sesi çok kısıktı belki de hastaydı. Elektrikçiymiş. Ya da yıllarca o kadar çok konuşmuştu ve onu kimse dinlememişti ki sesi yaşama bir tepki olarak onu bırakmıştı. Ülkeden, ekonomiden, diğer ülkelerden bahsetti. İyi bir adamdı aslında. Sadece benim pek anlamadığım konulardan konuşuyordu. Vicdanı vardı. Belki de ben öyle görmek istedim.

Sonra otuz yedi yaşında olduğunu söyleyen genç bir adam durdu önümde. “Düzen kurmalı insan.” dedi. “Düzen kuramazsa isterse dünyanın en güzel yerine gitsin, fayda etmez.” Bana on beş yaşında evden kaçtığını, İzmir’e gittiğini anlattı. Bir restorana girmiş demiş ki “Bana bir çorba verin.” İçmiş çorbayı. Sonra baktı ki doymamış, “Bana bir çorba daha verin.” demiş. Sonra iki saat orada oturmuş, mekanın sahibi gelmiş.”Oğlum.” demiş sakince.  “Sen burada oturacaksın heralde. Çorbaların parasını vermeyecek misin?” Hızla yanıtlamış, “Benim param yok ki. İş var mı burada?” Aşçının yanına girmiş, giriş o giriş. İki yıl orada çalışmış. Beni Olimpos’un epey ilerisinde bıraktı. Geriye doğru yürümek zorunda kaldım. Giderken, “Çok acelem var.” dedi. Benim artık yoktu.

 

   

Gerçek yaşam. Yazmak mı yaşamak mı? Neyin peşinden gidiyorum?
Yanımda üç kitap var. Birkaç giyecek. Ama hayal kurmayı yeniden öğreniyorum. Doğa beni iyileştiriyor. Asla bir şeylere sahip olmak istemedim. Ev, araba, mücevher veya herhangi bir meta. Bana bütün bunlar komik geliyor. Yol, benim için büyük bir zenginlik. Bugünlerde neden daha fazla anlatmak istediğimi düşünüyorum sadece. Pek insan görmüyorum, şehri aramıyorum. Ağaçlarımla konuşurken, mutluyum. Tıp fakültesi benim için hiçbir zaman amaç olmadı. Bütün köprülerin altından okyanuslar aktı ve ben yaşlandım. Amacım bir gezegen deneyimi. Diplomalar, işler, paralar ve sahip olunanlar değil. Şehirdeki -bazıları hariç- sahte arkadaşlıklarım hiçbir zaman yoldakiler kadar gerçek olmadı.
Bazen bağırmak istiyorum, ufuk çizgisine doğru. “Bir ilüzyonu yaşıyorsunuz, sevgili dostlarım.” Sonra bağırmıyorum. Fante ile biraz konuşuyoruz. Bandini hep küfrediyor ben ise ağırdan alması gerektiğini söylüyorum. Krishnamurti diyor ki, ‘senin bildiğin özgürlük, özgürlük değil.’ Bence doğru söylüyor. Biraz onunla da dertleşiyoruz.

Biraz düşününce ve gözleyince fark ediyorum ki bütün çılgınlar, ayrıklar, yolcular ve berduşlar buradan geçti. Tam bu topraklardan. Otostopçular, bisikletliler, yürüyerek kıtaları geçenler; bu topraklarda bulundu, aynı dağlara baktı ve denizin içinde kayboldu.

Bütün kasabayı bisikletle geçerken, “yaşam” diyorum. Yaşamın derin deneyiminde geride kalan her şey büyük bir açıklık. Derine iniyorum. Boşluklar tarafından yırtılıyorum ve içimdeki açığa çıkıyor. Kendimi anlıyorum bazen.
Gözlüğümü sahilde kaybetmişim. Gece olunca anladım. Gözlüksüz yazamam diye duvarları dövüp bisikletle hiçbir şey görmeden telefonun soluk ışığında sahile gittim. Yüce sahilde hiçbir ışık, insan ve hareket yoktu. Büyük gece. Gündönümleri. Gözlüğü buldum neyse ki.
Kendime geri döndüm. Sakalım uzuyor, her şeye yeniden aşık oluyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir