4 Ocak 2016 Saat: 01:09
Şu an bir köydeyim. Kanepeden büyütülmüş bir yatakta uzanmış başımdan geçenleri düşünüyorum. Burada olmayabilirdim. Ciddi ve çılgın şeyler oldu.
Dünden anlatmaya başlayayım. Akşamüstü Maxym dışarı çıkmayı önerdi. İki arkadaşıyla beraber geldiğini soyledi. Ben de katıldım tabi ki. Maxym, Yaroslav ve Solomia ile dışarı çıktık. Hayatımda bu kadar eğlendiğim bir akşam olmuş muydu hatırlamıyorum. Çılgınlar gibi oradan oraya gittik, sahte mason restorantlarına, ilginç kafelere ve ucuz yemek veren yerlerden geçtik. Sokaklarda yürüdük ve havanın soğukluğundan yakındık. Onlarca ukraynaca cümle ve kelime öğrendim. Sokaktan geçenlere ukraynaca bağırıp durdum. Kızlara laf atmaya çalıştık. Donmamak için koştuk. Video çektik fotoğraflar çektik. Ve birbirimize ‘chuvagh’ diye bağırıp durduk. Bu bir çeşit ahbap demek gibi bir şeydi. Hepsi çok eğlenceli ve iyi insanlardı. İnsanın hayatında hep hatırlayacağı akşamlardan biri oldu.
Buraya kadar her şey güzel ve olağan. Eve gidip uyudum bugün sabah ise Dinka ve Andy ile vedalaştım; sanırım vedalaşırken onları epey özleyeceğimi anladım. Ama bunların üstünden bir ay geçmiş gibi. Tanrı aşkına sadece on saat falan önceydi.
Asya ile tanışıp köydeki evine geldik. Şehirden uzakta yarı medeniyet-yarı köy şeklinde şirin bir yer. Ben akşamüstü birileriyle tanışıp bir şeyler içmek için şehre gitmek istedim ve gittim. Hava beklediğimden çok soğuktu. -17,-19 civarında bir şey. Hissedilen ise çok daha düşük. Buradaki havada nem olduğu için soğuk yakıyor ve acıtıyor.
Şehirde siktiriboktan bir akşam geçirdim. Kimseyle tanışamadım soğukta yürürken sürekli kayboldum. Tam anlamıyla hiçbir şey yaptım. Oradan oraya gitmeye çalışıp durdum ve sonunda eve döneyim diye düşünüp otobüsü bulmaya gittim. Soğuk gerçekten acıtıyordu. Oysa giysilerim ve güçlü kalabilmek için buna hazır olduğumu düşünüyordum. Yakınında bile değildim. Otobüsü buldum ve gitmeye başladım. Hayatımda çok güç koşullardan çıkmayı başardım daha önce. Herhangi bir şekilde şehirde bir şeyleri yapmaya çalışmak gayet basit bir şey aslında. Bunlar da öyleydi.
Otobüste giderken şoföre durağın ismini söyleyip durdum. Şoför ukraynaca bir şeyler söyledi. Lanet olası otobüste kimse ingilizce bilmiyordu. Ülke çok yoksul. Otobüsler minibüs gibi muhtemelen hepsi ikinci dünya savaşından kalmış.
Beni bir yerde bıraktı ama oranın doğru olmadığını indigim an anladım. Hava inanılmaz soğuk zifiri karanlık. Ne tarafın doğru olduğunu bile bilmiyorum. Hızlı bir üşüme evresine girdim. Ellerim ve ayaklarım, diğer yerlerimde olayı çözdüm ama bir türlü el ve ayaklarımı tam olarak sıcak tutamıyorum, özellikle ellerimi. Asya’yı aradım. Nerede olduğumu anlatmaya çalıştım. Anlayamadık. Tabela var mı diye sordu, bir sürü şey sordu. Hiçbiri orada yoktu. Anladım ki uzaktayım. Otobandaydım. Hiçbir şey yok. Gece. Çok aralıkla araba geçiyor. Insan yok. Ormanlar ve hayvanlar var. Otobanın kenarında evler var bazen. Ama hepsi karanlık. Bunların hiçbiri sorun değildi. Böyle durumlarda daha önce de kaldım. Sorun olan, soğuktu. Telefonu kapatırken elimi kullanamadığımı anladım. Asya giyinip beni aramaya çıkacağını söylemişti kapatırken, ama aniden gelen bir umutsuzluk hissi ve net bir çaresizlik kadar tüketici çok az şey var belki de. Yürümeye çalıştım. Soğukta beynim düşünemiyor. Beyin kendini kapatmaya başlıyor. Ve bunlar on dakika içinde oluyor. Orada yüzüme gelen inanılmaz rüzgarla beraber hissettigim eksi yirmiden fazlaydı. Ölüm düşüncesi ve fiziki haline yaklaştığım çok zaman oldu. Bu kez ölüm fiziki koşulundan daha çok düşünce olarak çok net bir şekilde geldi. “Buradan hiç çıkamayabilirim.” Bu netti. Yürüdüm. Insan yok. Geçen arabanın önüne atlamayı düşündüm ama Ukraynalıların ne yapacağını kestirmek mümkün değil.
Ellerimin gitgide hissizleşmesi ve hareket yeteneğini kaybetmesiyle beraber bir şey başladı. Korku. Korkuya inanmam. Ama beyin kendini kapatırken ilkellik başlıyor. Burada iki seçeneğim vardı. Ya kendimi bu duruma teslim edecektim ya da kurtaracaktım. Güçlü bir telkin verdim. Ayaklarım giderek katılaşıyordu. “Bir sürü çorap var kalın ayakkabı, kaç derece bu lanet olsun” diye şikayet ediyorum içimden. Bunlar bu kadar hızlı olamazdı. On beş dakikada kimse donamaz. Ya da yanılıyordum, olabilirdi.
Hiçbir yere doğru giden hiçbir yerin ortasında bir otobanda; varolan hiçbir şeyle birlikte sadece nefesimi duymaya başladım. Neredeyim ben, burada ne yapıyorum?
Koştum. Hayatta kalmak için. Rüzgara ve soğuğa aldırmadan. Yapabileceğim tek şeyi yaptım. Irade koydum ortaya. Hiçbir şeyin ortasına doğru koştum. Altı dakika sonra tanıdık bir ışık gördüm. El ve ayaklarımı tamamen hissetmiyordum ama koşmayı sürdürdüm.
Köy! Orada. Kurtuldum. Köyün içinde koşarken bana doğru gelen ama endişeyle telefona bakarken Asya’yı gördüm ve bağırdım. Eve gittik. Ellerim açıldı. Normale dönmeye başladım.
Bunların hepsi yarım saat içinde mi oldu?
Şu an bunları dünyanın unuttuğu bir köyde, pencereden diğer köy evlerine bakarak yazıyorum. Ölmek ve ölmemek arasındaki ince çizgiyi gördüm.
Gezegen acımasız. Gerçek her zama sevimli değil. Ama gerçek her zaman gerçek. Ölüm bile olsa. Ve ölüm gösterişsiz biçimde geliyor. Bir anda.
Bu soğukta yarımkürede neler yapabileceğimi göreceğim. Bütün parmaklarım acıyor. Otostop çekebileceğimi sanmıyorum. Belki denerim ama yirmi dakika dayanabilirim otobanda.
Gezegende.