31 Aralık 2015- 1 Ocak 2016
Bugüne kadar sırtçantamı birçok kez hazırladım. Birçok kez hangi kazağı almam gerektiği üzerine dakikalarca düşündüm ve hazırladıktan sonra karşısına geçip şöyle bir baktım. İzledim. Birçok kez, yollarda “ilk gün”üm oldu. Her seferinde heyecan ve coşkuyla dolup olacakları bekledim.
İnsanlar çoğu zaman beni “gezgin” diye çağırdı. Ben asla tam anlamıyla bir gezgin olamadım. Bazı şeyler değişemez, berduşlar ve avareler sonsuza kadar öyle kalacaklar ve sonlarına bunun mutluluğuyla varacaklardır. Başkalaşamaz ve dönüşemezler.
Asla bir otel odasında rahat uyuyamam veya lüks bir apartmanda kendimi oraya ait hissedemem. Bu benim özümde yok, buna dönüşemem. Asla bir şehirde tam olarak ne yapılması gerektiğini falan anlatamam, o şehrin yeraltını gösterebilirim; nerede yaşamın olduğunu anlatabilirim, sokakta sarhoşlar ve fahişelerin konuştukları dili konuşabilir, her şeyden bağımsız, dipte ve bütün gezegenin tepesinde neler olabileceğini düşleyebilirim ama turistik şeyleri bilemem hatta farkedemem bile.
Bugün sırtçantasını tekrar hazırlarken, ilk hissettiğim şey o yüksek coşku veya heyecanın dışında; bir olgunluktu. Saran ve birleştiren bir olgunluk. Üzerimden sayısız şeritin geçtiğini, birleşerek içimde yeni bir yol açtıklarını ve giderek dallandıklarını gördüm. Oturdum ve düşündüm, neler olduğunu hangi ülkelerde bir şapkayla hangi çılgınlıkları yaptığımı düşündüm.Farkındalık yakıcı, geride kalan seneye belki de beş yıllık anı sığdırmışım. Yakıcı.
Olgunluk içimdeki heyecanı alıp götürmedi sadece daha sakinim, istekli fakat artık daha fazla bilinç ile yürüyorum. Bu yola çıktığımda böyle mi olacak ben de bilmiyorum ama yol her şeyi yeniden yaratır ve düzenler biliyorum. Ah kuzey otobanları, büyük tekillik ve coşkun!
Tekrar bir zenci*liğe dönmek benim için kaçınılmazdı. Sistem ve genelgeçerli düzen içinde bana ait bir yer yok. Kısa süreli gidiyorum ama geri dönmeyebilirim. Otoban ölümümü göstermediği sürece şeritler benim evimdir. Yüksek uyum, birlik ve delilerin kabuklarından çıkması!
Yarın Ukrayna’da olacağım orada bir süre vakit geçirip, Polonya’ya gideceğim. Polonya otobanlarının tadına bakıp iki yemek parasına bulduğum uçakla Hollanda’ya gideceğim. Amsterdam’a kadar otobanların berduşu, Amsterdam’da ise yeraltının içinde bir uluyuş olacağım. Amsterdam’ı ve geceyi istiyorum. Geri döneceğim diye düşünüyorum üniversitede bir stajın sınavı var ona yetişmek istiyorum ama bir gemiye atlayıp Güney Amerika’ya gitme fikrini bastırmak yüksek bir enerji istiyor.
Bu yolculuk A Tea With 10.000 People başladıktan sonra benim başıma gelecek ilk uzun sırtçantalı ülke dışı yolculuk olacak. Neler olacağı konusunda meraklı ve heyecanlıyım. O insanları görmek, hayatlarına dokunmak, belki küçük de olsa bir iz bırakmak istiyorum. Ama önce yol, sonra insan. Yol sınırsız, yol özgür, yol kutsal. Yol kutsal.
Çantam yerinde ve oldukça güzel görünüyor, bu kez keman yok. Soğuk olacak, sokakta çalabileceğimi sanmıyorum. Belki birilerinden gitar bulurum. İlk kez bu kadar soğuğa gidiyorum Kuzey Yarımküre donuyor, karalarında çatlıyor ama tabi ki korktuğum yok. Bir yerlerde mahsur kalıp ölme olaslığım tabi ki var, ama bu olasılık her yerde ve her saniyenin içinde var. Korku ilkel. Korku faydalı yalnız kısıtlayıcı. Daha ileriye ve bilinmeyene gitme isteği baskın ve soğuktan donmak üzereyken bu kez neler yapacağımı merak ediyorum; ne kadar dibi göreceğime ve oradan çıkabilirsem nasıl çıkacağıma.
Kuzeye ve Batıya! Her şeyin kaybolup kendini yeniden yarattığı sınırlara! Sona ve dahasına! O kesif kar tutmuş, kuzey otobanına! Amsterdam’a ve oradan yolu geçmiş bütün aylak, berduş ve tarihin en ağır serserilerine! Zenci*lere ve bütün harcanmış hayatlara! Yeraltının aksında dans eden, dans eden ve akıllarını kağıtlara akıtanlara!
Otobana!
Karanlık tarafta görüşürüz.
*Beyaz Zenciler