8 Şubat 2017
Gezegendeki 8450. günüm. Karşımdaki sislerle kaplı ormana bakıyorum ve sisin yavaşça ağaçların içine girişini büyük bir ciddiyetle izliyorum. Her şey yavaş ama kararlı bir şekilde gerçekleşiyor. Sonsuza dek. Bunlar gerçekleşirken yere oturup sökülen çorabımı diktim ve tekrar giymeye başladım. Yılda iki kez giysi satın alıyorum belki de bir. Ama bütün bu görüntünün ötesinde bugün sevmekten ve sevilmekten çok anlaşılmaya ihtiyacım olduğunu hissediyorum, hissediyordum; sonra uyudum, uyandım ve ne hissettiğimi bilmiyorum. Yalnızca küçük bir ızdıraba dönüşen bir şey var içimde, gölgesi duvarda gözüküyor. Aynada gözlerimin içine bakıyorum, çantamı arıyorum, buradan gitmek ve gitmemek istiyorum. Bir domates kabuğunu düşünüyorum ve Güney Amerika’ya yelken açmak istiyorum. Bir kuş tüyünü arıyorum. Sanırım bugün bir şiir yazacağım. Geçen günler içinde gezegendeki bu sıradan ama eşsiz yolculuğumda kendimi yontmaya devam ettim, çıkan parçalardan da birçok şey öğrendim. Daha eril parlamalarım, daha keskin hayal kırıklıklarım, daha coşkun sevmelerim benimle geldiler.
Rimbaud peşimi bırakmıyor, bu şehirden ayrılmam lazım. Saman mürekkebi emiyor ve yaşamak için bir şeye ihtiyacım olmadığını anlıyorum. Harcanan yaşamlar. Milyarlarcasını görmüş bir gezegen bir fazlasından rahatsız olmayacaktır. Neyse ki geceleri bir Flanöre dönüşüp şehrin karanlık kokan sokaklarında her şeyden vazgeçerek yürüyorum. Keyifliyim de. Yerleşik kalmak ve hareket etmek arasındaki yoğun çatışma, dirim gölgeler!
Torino atı öldü mü?
– Kuyunun içinde olmalı.
Tanınız nedir?
– Ruhitis sikka.
Artık dans etme zamanı.
Mutlu yıllar Neal.