4 Temmuz 2016
Pazar günü ülkeyi terk ediyorum. Bir dağ eteğinde oturup kasabanın kıyılarına bakarak bunları yazıyorum şimdi. Bu yaz sert bir yolculuğa çıkıp, çıkmamak üzerine epeyce düşündüm. Ama her zaman yaptığım gibi hareket etmeyi seçiyorum. Ekstrem bir yolculuğa çıkacağım.
Yerleşik hayatın vadettiği sanat ve üretime biraz ara vereceğim. Aşkın, maceranın ve dahasının peşinden koşabilirim. Yeterince genç, dünyaya tek başıma meydan okuyacak kadar cesurum. İnsanoğlu böylesine garip ve anlaşılmaz sebeplerden sürekli ölürken elimde kalan yaşam hakkına gereken değeri vermek istiyorum. Bu yüzden çantayı yarın topluyorum ve pazar günü buradan tamamen ayrılmış olacağım.
Bir haftadır kendimi fiziksel olarak bu yolculuğa hazırlamaya çalıştım. Kondisyonumu geliştirdim. Kas kütlemi arttırdım biraz kilo aldım. Ama fiziksel durumun yanında, ruhsal olarak dingin bir savaşçı olmaya çalıştım. Zen’in bazı bölümlerinde hayatın her koşuluna bir savaş gözüyle bakılır ve bir savaşçı her küçük şeye aynı ciddi yaşam enerjisiyle yaklaşır. Şikayet etmek yok.
Peki gerekli mi? Yol, yolculuk, büyük acıların içinde insanın kendini şifalandırmaya çalışması. Gereklilik kelimesinden hoşlanmıyorum. Gerekli olduğu için yola çıkmıyorum, sezgilerim beni bir istenç ile başbaşa bırakıyor. Sezgileri mantıkla öldürmek, bir kayaya dönüşmeye yol açıyor. Sadece rüzgarla şekillenen ama asla kendi yolunda yürüyemeyen.
Yaşam, kısa ama sonsuzdur. Bir su birikintisine elinizi değdirdiğinizde, müthiş küçük dalgalanmalar olur. Bu titreşimler asla sona ermez. Otobanda olasılıkları beklemek ve arkana bakmadan yürümek de benim için buna benziyor. Her titreşim içinde aşkın özünden bir şeyler barındırır. Yol, yaşamın bir güzellemesi, bütün titreşimleriyle.
Yolculuktan ne bir şey bekliyorum, ne bir şey arıyorum. Litvanya’da sohbet ettiğim güzel bir dostum bana İsveç’teki 600 kilometrelik dağlardaki yürüyüş yolunu yürüdüğünü, Fransa ve İspanya arasındaki 400 kilometrelik başka bir yolu yürüdüğünü anlatmıştı. Şöyle sordum “Ne arıyordun?” “Hayatın anlamını.” diye cevapladı. “Bir şey buldun mu?” diye gülümsedim. O da “hayır” ile cevapladı. Bence cevaplar aranarak bulunmaz, onlar size gerektiği zaman verilirler. Tıpkı Burroughs’un bir metninde söylediği gibi. Peki Beckett Godot’u Beklerken’de ne söylüyor. “Yapacak hiç bir şey yok.” Bazen var, bazen yok. Ben olduğuna inanmak isterim.
Ama beklenti, hayal kırıklığıdır. Aşk ise kendiliğindendir. Tıpkı bir kadının gözlerinde bütün evreni anlamanız ve aniden bütün galaksileri bir göz bebeğinde kucaklamanız gibi. Bütün nehirler dökülmesi gereken yöne dökülürler.
Danimarka’ya gidiyorum. Sonra İsveç’e. İsveç içinde otostopla biraz dolaşıp ormanlarda kamp yapacağım. İsveç’ten de İzlanda’ya gidiyorum. İzlanda’da on iki gün kalacağım. Güneybatıda yer alan bir dağ yolunu tek başıma yürüyeceğim. 100 kilometreye yakın bu yol National Geographic tarafından en iyi yirmi yol içinden 2015’te en güzel seçilmiş. Bu yolda yola çıkmadan önce isimlerle bahsedeceğim. Çok ekstrem bir yol. Adanın yaşam olmayan bir bölgesinde, dağların içinden geçiyor.
Sonra İzlanda’da batı fiyortlarına doğru giderim otostopla.
Buradan bulduğum bir uçakla İspanya’ya gideceğim. Oradan da aşağıya inerek Afrika’ya giriş yapacağım. Batı Sahra Çölü. Berberiler ile Fas’tan geçeceğim. Bütün birikimim bu kadar uçak bileti almaya yetti, yolda kullanacak tek kuruş param yok. Bu kısmı düşünmemeye çalışıyorum. Geri dönüş biletim de yok. Bunların bir önemi de yok. Batı Sahra Çölü’ndeki psikolojik durumuma göre Afrika’nın içlerine ilerlemek isteyebilirim. Gine, Burkina Faso, Nijerya, Fildişi Sahilleri. Buralarda bir beyaz olarak hayatta kalamam gibi görünüyor ama sonuna kadar yürümeyeceksek yolun güzelliği nerede kaldı. Buna Batı Sahra Çölü’nde karar vereceğim.
Önce kutup dairesinin içine girip sonra da Afrika’daki çöl iklimine gireceğim. Çantamda sadece kutuplar için ekipmana yer var. Fas’ta bir şort bir de t-shirtle idare edeceğim.
Bu yolculukların herhangi bir kısmına katılmak isteyen, benzer tarihlerde oralarda olan olursa ses versin.
Olan biteni de A Tea With 10.000 People‘da anlatırım belki.
Yol, yolda. Yine yaşamımı gözlerimin önünden geçerken izliyorum. Son dört yılda yirmi yıl kadar olgunlaştım yol ile birlikte. Gitmeden söylemek istediğim şu, derin bağlar kurun. İnsanlarla, toprakla veya evrenle. Sizi hayatta tutacak olan budur. Cinsiyetiniz ve hangi cinsiyetten hoşlandığınız önemli değil, aşık olun. İnsanlara aşık olmuyorsanız ağaçlara olun, fark etmez. Aşk benden uzun süredir kaçıyor, sizin yanınızda olsun.
Size şimdi veda etmek istemiyorum, belki birkaç gün sonra. Ama belki bu yolculuktan önce, hepinize gerçekten veda etmem gerekiyordur. Afrika’nın içlerine gitmezsem kolay kolay ölmem ama hiçbir şeyin garantisi yok. Böyle veda durumlarında, insanlığa derin bir sevgi beslediğimi ve bütün kötülüklerin bunu yıkmaya güçlerinin yetmediğini hissediyorum. Sonsuza kadar var olacak tek şey içimizdeki sevgi.
Bir şapkanın ve aylağın selamıyla.