12 Ocak 2016
Eindhoven’daki küçük havaalanına vardığımda saat öğleden sonra ikiye yaklaşıyordu. Bagaj tünelinden çıkan sırtçantamı kaptığım gibi etrafta yiyecek bir şeyler olup olmadığına göz attım. Marketten bir sandviç aldım ve bununla birlikte paramın neredeyse bittiğini fark ettim. Zaten çok azdı. Bundan sonra bir şekilde yemek bulmam gerekecekti. Ama bu büyük bir sorun değil, halledebilirim. Tuvalete gidip su şişemi doldurdum. Sonra yolcuların beklediği yerde parkelere oturarak sandviçi yedim. Fazla vakit kaybetmek istemiyordum çünkü otobanı bulmamın ne kadar süreceğini, yolun ne kadar vaktimi alacağı konusunda net bir fikrim yoktu.
Havaalanından çıktım ve haritaya bakarak otobanın tahmini yerini gözümün önüne getirip oraya doğru yürümeye başladım. Kuzeydoğu Avrupa’dan sonra burası bir hayli sıcaktı. Bir orman yoluna vardım ve büyük bir ormanın içinde yürümeye başladım. Bir iki kilometre ileride otobanı görüyordum ama ulaşmak biraz zor olacaktı. Yanımdan geçen arabalara sırtım dönük parmağımı kaldırsam da kimse durmadı. Yürümeye devam ettim, yağmur başlamıştı. Yol ormandan çıkıp otobana vardı. Ama ters taraftaydım ve otobanı keserek karşıya geçmemin imkanı yoktu. Etrafa bakınca biraz ileride otobanın altından bir yol oluşturan alt geçiti gördüm. O yolu kullandığımda kendimi karşı tarafta buldum ama yukarı tırmanmak için biraz çamura batmam gerekmişti. Tabi bu kimin umurunda.
Otobana çıktım ve bana doğru gelen arabaların rüzgarını hissetmeye başladım. Emniyet şeridinde yürüyüp Amsterdam’a ve Utrecht’e gidecek olan yol ayrımına doğru ilerliyordum. Yine de otostop çekmek istedim ve kısa süre sonra bir araba durdu fakat tamamen farklı bir yöne gittiğini söyleyince önce Utrecht ayrımına varmam gerektiğini anladım.
Yol ayrımına vardığımda çantamı önüme koydum ve gelen arabalara doğru döndüm. Mutlak coşku ve tinsel bir bütünlük. Yaklaşık yarım saat sonra bir kamyon durdu. Başka birinin de duracağı yoktu zaten. O kadar fazla isim birikti ki herkesin yüzünü hatırlamama rağmen artık isimlerini hatırlayamıyorum. Kamyonu kullanan adamın ismi Logan olabilir. Kırklı yaşlarının sonuna gelmiş tatlı bir herifti. Bütün yol boyunca dünyadaki iyilik ve kötülükten, intihar etmek isteyen arkadaşından, benim birkaç yıl sonra doktor olup olmayacağımdan konuştuk. Çok anlayışlı bir adamdı ve iyi bir empattı. Otostopçuları gördüğünde aldığını, aynı durumda kendisinin de olabileceğini söyledi. Konuştukça ortaya çok iyi bir adam imajı çıkıyordu. Ona 10.000 insanla tanıştığımı ve fotoğrafını çekmek istediğimi söyledim, nazikçe kabul etti. Tabi anlatmam biraz zaman almıştı. Projeye ulaşabileceği bir kart bıraktım pencerenin yanına.

O otobanda çektiğim bir fotoğraf.
Utrecht’e giden otoban şehrin iki köşesine doğru bükülen biçimde var oluyor. Utrecht bu dört otobanın oluşturduğu paralelkenarın köşegeninin üzerinde konumlanıyor. Yani şehre doğru giden iki otoban var ama ikisi de köşelere doğru gidiyor. Logan beni sol taraftan götürdü ama benim gideceğim yer şehrin sağ üst köşesindeydi. Paralelkenarın köşegenine yakın bir yerde indim ama buradan sonra otostop çok zor olacaktı. Haritadan indiğim yerden sonra ne kadar yolum kaldığını kontrol ettim. On yedi- on sekiz kilometre vardı. Az değil. Yürümeye karar verdim çünkü otostop çektiğim arabalar Amsterdam’a doğru gidiyordu kimse Utrecht’e girmek istemiyordu. Yürüdüm. Yağmur şiddetli yağıyordu. Emniyet şeridinde yürürken, bütün yüklerin ve yağmurun altında ezilirken motivasyon için fotoğraf çekmek aklıma geldi. Birkaç fotoğraf çektim, arkamdan gelip geçen arabalar korna çalıp duruyordu. Orada yürümem belli ki onları rahatsız ediyordu ama şeritlere hayli uzaktım.
On sekiz kilometre yürüyüşü beni zorlayacağını daha ikinci kilometreden gösterdi. Açtım, yük ağırlaşmaya başlamıştı ve rüzgarın her yere savurduğu yağmur beni zorluyordu. Bunları düşünürken arkadan bir araba korna çaldı ve emniyet şeridine girerek durdu. Polis arabası.
Arabanın yanına gidip, ön pencereye eğildim.
“Hollanda vatandaşı mısın?”
“Hayır, değilim.”
“Burada yürümen çok tehlikeli, çime geç.” Genç polis ciddi görünüyordu. Yanında oturan kadın da sürekli emniyet şeridinde yürümemin ne kadar tehlikeli olduğundan bahsedip duruyordu.
“Otostop çekiyorum, çimde bunu yapamam. Zaten emniyet şeridindeyim.”
“Burası Hollanda, burada kurallar biraz farklı işler.”
İçimden küfrederek bariyerlerden atlayıp, çimlere geçtim. Yağmurdan dolayı toprak çamura dönmüş, bütün ayakkabımı içeri çekiyordu. Yürümek işkenceye dönüştü. Bir kilometre sonra tekrar otobana atladım. Yoksa birkaç gün sonra varacaktım.
Otostop çekmeyi sürdürüyordum ama kimse durmuyordu. Bahsettiğim köşegen üzerinde yürümeyi sürdürdüm şehrin doğu kısmına doğru ilerliyordum. Ama bir yerde yol bitti. Köprü vardı ve emniyet şeridi yoktu. Geri dönüp başka bir yol aradığım sırada bir polis daha durdu.
Servis aracına benzer bir arabayı kullanıyordu. Otuzlu yaşlarda bir erkek.
“Burada yürümen yasak.”
“Otostop çekiyorum. Yolda kaldım. Yasaksa belki beni doğu köşesine kadar atabilirsin arabayla. Yardım için. ”
“Hayır bunu yapmam yasak, ne yazık ki. Sana ceza kesmek istemiyorum. Eğer yüklü miktarda bir para ödemek istemiyorsan çimlere geç ve oradan yürümeye devam et. ”
Beni getireceği mesafe beş kilometre falandı ama istemedi. Kurallara çok bağlılar. Çimlere geçip çamur bir tepeden aşağı indim. Bir gençle konuştum sonra şehir merkezine girip oradan doğu tarafına yürümeye karar verdim.
Bir gece kalacağım Utrecht benim için çok zor oldu. Şehrin kuzeydoğu kesimine vardığımda hava çoktan kararmıştı. Bir hippi yurduna benzer yere gittim. Duş aldım. Mutfaktaki çılgın öğrencilerle sohbet ettim ve uyudum. Yirmi kilometreden fazla yürümüştüm ve ayaklarımı hissetmiyordum.
Utrecht sessiz, sakin ama güzeldi.
Hollanda bana para cezası, hapis ve uzun yürüyüşler sundu daha ilk günden. Ama hala seviyordum herifi.