29 Temmuz 2016
Şimdi bu anı ileride kendim de okuyayım ve asla unutmayayım diye yazıyorum.
Izlanda’da şu an saat onu geçti. Tam olarak hiçbir yerin ortasındayım. Adanın hiç yaşam olmayan ama otoban olan bölgesinde ilerledim. Bir dağa doğru gidiyordum ama varamadım. Kendimi iki yüz kilometre gerisinde ve ilerisinde yaşam olmayan ama bir çeşit dağ oteli olan bir yerde buldum. Otobanın üzerinde, beni buraya bir Hollandalı çift bıraktı. Onlar otele kalmaya gittiler ben de üç saat boyunca otostop çektim ama kimse durmadı. Rüzgar saatte kaç km ile esiyor bilmiyorum ama üç saat içinde bütün vücut sıcaklığımı kaybettim. Termal dağcı iclikleri, dagci pantolonlari falan fayda etmiyor. Dağın ortasında kaldım. Sonra bir şey fark ettim ve bununla eğlenmeye başladım. Bir şarkı açıp dans etmeye başladım otobanın ortasında. Saat basina bir araba geciyordu. Yani aslında olay o kadar da kötü değildi. Sadece hava rüzgarla beraber sıfırın altına indi ve kıçım donuyordu ama öyle güzel bir yer ki burası nasil anlatabilirim bilmiyorum. Tamamen yaban bir dağ sırası var her yerde. Güneş bir dağın arkasından batıyor. Her şey enfes. Her şey birbiriyle o kadar bağlantılı ki, bir şey anlatmaya çalışıyor gibi.
Kimse durmayınca kendime çadır kuracak bir yer aramaya başladım. Çadırın pollerini kirmaya niyetim olmadigindan rüzgarı bir sekilde azaltmam gerekiyordu. Ben de bu otelin arkasında bir yere kurdum. Toprak çok garip, hiçbir şeye benzemiyor. Volkanik, basınca içeri göçüyor. Muhtemelen yanımdaki volkanlardan biri aktif. Toprak içine göçtüğü icin endiselenmeli miyim bilmiyorum ama asıl acayip olan şey burada internet olması. Durumu şununla benzestirelim. Sahra çölündeyim, millerce boşluk ve çöl var sadece. Ama çölün ortasında bir yapi buluyorum, oranın yanında kalıyorum. Ve çölün ortasında internet var.
Bende ise epey farkındalıklar var. Otoban çizgilerde kaybolurken, kendimi müthiş bir yolculuğun içinde hissediyorum. Bütün dostlarim benden bir roman yazmamı istiyor ama ben hayatımı romanlastiriyorum. Temmuzda bir dağın ortasında sifir derecenin altinda, kendime bir hikaye yazıyorum. Ruzgar çadırı sallıyor. Benim içimde derin bir bağ hissi, millerce boşluğa karışıyor. Gördüklerimi herkesin görmesini dilerdim. Burada dünyanın merkezine yolculuk gibi bir yerdeyim. Ve vucut sicakligini korumak icin cikolata yiyorum. Müthiş.
Endişeyi bıraktıkça her noktanın frekansı degisiyor ve görü artıyor. Her okyanus kendi çukurunu oluşturuyor ve oraya doluyor. Bütün kanyonlar insanlardan eski, bütün kafatasları taze ve ölümsüz. Rüzgar varoluşuyla hareketin değerini anlatıyor. Toprağa derin bir bağlılık icindeyim. O yol heyecanı yillar sonra bile ayni. Oglum yaslandin diyorum kendime, artik durul biraz ama hayatin tadini gerçekten almak ve dibi görme isteği bitmiyor.
Her şey herhangi bir şeyi sevmekle başlıyor. Sevgi harekete geçiriyor. Butun atomları. Birbirine çarpan her şey yolunu buluyor. Cins kavrami iluzyon. Her sey birdir. Aşk gerçek. Muhtemelen her şey bir kadının gözlerinde bitecek.
Peki buraya nasil geldim, bütün günler nasıl geçti yavaşça algılıyorum. Ve bitmeyen bir yol oluşuyor içeride. Beni buradan atmazlarsa ve toprak iceri gocup olmezsem yarin devam ediyorum. Bütün volkanların arasında, tek başıma, yabanin ve bilinmeyenin içindeyim. Yine bir dua yazıyorum. Gary’i ve Jack’i anıyorum.
“Bir dag golgesinde yaşayan bitkiler kadar bol bir dayanma gücü görünsün,
Bütün kuşların çığlıkları kadar gerçek bir hayatta, bütün topraklarda yerli ve sevgiyle yurunen bir yol olsun,
Dunyanin bütün kulubelerinde uyumus kadar sıcak insanlarla karsilasalim.”
Bunu yillar sonra okuyabilmek ve gulumseyebilmek dileğiyle, İzlanda’nın sonsuz boşluğundan sevgilerle.