17 Eylül 2014
Geniş bir kaldırımın sağ yanında, ellerimi cebime sokmuş yürüyordum. Sokaktaki garip kalabalığın içinden geçtim öylece, ama oradan hayli uzaktaydım. Diplerinde otların büyüdüğü kaldırım taşlarında insanlardan haberim yoktu. Ve ilerlerken, görünmüyordum. Hiçbir şey düşünmüyordum. Ritmik bir hareket döngüsü içinde süründüm. Kayan taşlar kadar hızlı geçen her vücut belli ki çok önemli bir yere yetişiyordu. Bana doğru gelirken çarpmamak için yüzlerini değişik hallere bürüyorlardı. Ben herkese çarptım. Benim yetişeceğim bir yer yoktu. Zaten o sokağın nereye çıktığını da bilmiyordum. Aslında beş dakika sonra ölüp ölmeyeceğim umrumda değildi. Rüzgar dişlerimin arasından ayaklarımın yerde bıraktığı küçük izlere kadar tutuyordu beni. Onunlaydım. Bir yol ayrımına geldiğimde gördüğüm ilk ara sokağa girerken, köşedeki bir radyoda Hallelujah çalıyordu. Durdum. Bekledim. Nefes almayı kestim. Düşercesine asfalta oturdum. Gelip geçenler bana anlamaz gözlerle bakıyordu ve deli olduğumu düşünüyorlardı. Yalnızca bekledim. Orada oturup bekleyecektim, Tanrı canımı alana dek. Bütün kayıplarımla hareketsizdim. Üzerimdeki gömleği çıkardım, saçlarımın bağını çözdüm. Göğe doğru havalandılar. Rüzgar her teli ayrı bir ivmeyle uçuruyordu. Soğuğu kaburgalarımda hissediyordum, çok içtendi. Etrafımda dönen bir huzur vardı, tanrım ne muhteşem bir şeydi! Gözlerimi kapattım. Mutlak bir hüzün dünyanın yörüngesine kenetlenmişti ve beni omuzlarımdan sıkıyordu. Ellerimi iki yana gererek bütün kayıpların doğallığını kabullendim, eksilmenin arkasındaki izleri yumruklarımla işaretledim. Derim yanıyordu. Çıplaktım ve her şeyden vazgeçmiştim. Yitmenin verdiği hafiflikle başımı kaldırdım. Üç bulut birbiriyle çarpışıyordu. Dosdoğru yükselen güzellik, ruhumu damarlarımın alt duvarlarına kadar yıkadı. Gözlerimi kapatıp, bekledim. Tarihleri anımsamadım. Öylece, öylece bekleyecektim. Bütün hayatım bu andan ibaretti. Ben bu anda doğdum, yaşadım ve öldüm.