22 Ocak 2017
Bugün gezegendeki 8433. günüm. İlk günkü kadar şaşkınım. Hala kendimi boşluğa doğru bakıp bütün olup bitenler üzerine düşünürken buluyorum. Uzayın bilinmez bir noktasında, yaşam denilen bu karmaşık ama muhteşem parlamada kendime bir yer bulalı binlerce gün geçti. Yemek yemeye, koşmaya, dışkılamaya, seks yapmaya, dans etmeye, sarhoş olmaya, kaybolmaya, farklı ülkelerin toprakları üzerinde umarsız yürümeye, bir resmin karşısında iç çekmeye, bir kadını dudaklarını ısırarak öpmeye ayırdığım zamandan daha fazlasını düşünmeye ayırdım. Geçmişe dönüp beyazlıkların içinde dolaşırken kendimi sıradan bir anın içinde düşünürken bulmam çok da olasılıksız değil. Aslında görülür bir biçimde bütün yaşamımın çoğunu, düşünerek geçirdim.
Jack şöyle söylemişti, “Fark ettim ki ne yaparsanız yapın hepsi bir zaman kaybı olmaya mahkum. O yüzden delirseniz de olur.” Harcanmış hayatlar ve harcanmamış hayatlar, bütün bunları kim belirleyebilir; bilmiyorum.
Gezegen Dünya’daki bu kısa yaşamımda biyolojik bir kardeşim var olmuyor. Bir ormana güvenmeyi öğrendiğimde, birçok kardeşim olduğunu da anladım. Soranlara her zaman bu gezegende kaybolmuş kardeşlerimi aramaya çıktığımı söylerim.
Ölüm üzerine düşünmek, yaşam üzerine düşünmek, aşk üzerine düşünmek; bence hepsi aynı yere varıyor. Bütün bu sınırsız çıldırış ve varolan sınırların kendini patlatarak yok etmesi, bir yıldıza görünür dünyada ulaşmayacak. Evet. Ama içimizdeki yıldızlar hep parlak kalacaklar. Evrenin ruhu, benim için aydınlık. Bütün nehirlerin birleşerek kaynağa doğru varması kadar saf ve anlaşılabilir.
Bir kadın bir gün bana bir kitap hediye etmişti ve ilk sayfasına şöyle yazmıştı. “Bütün evreni dolaşsan da, gidebileceğin kadar uzağa gitsen de bütün cevapları içinde bulacaksın.” Genelde bu kelimeleri doğrulayan bir yaşamım oldu. Ama gitmekten ve geri gelmekten de çok şey öğrendim. Yaşamımın büyük bir bölümünü yolda geçirmek beni asla rahatsız etmeyecek. Bir savaşı açıklamak, şüphesiz onu durdurmaz. Eğer böyle olsaydı gezegendeki bütün sorunlar da görünmez olurlardı.
Sevgi varken, benlik yoktur.
Farkındalıklar, kavrayışlar, çözümlemeler ve dahası, zihinsel bir sınırı geçtikten sonra geri döndürülemeyecek bir yere varıyor. Bu gezegende milyarlarca canlı yaşadı ve yaşamaya devam ediyorlar. Yaşamın temel dinamikleri oldukça basit, kendini evrenin tümünde gösterirken örtü kullanmıyor. İnsanlık, asla öldürecek kadar büyüklenmemeliydi. Büyüklenmemeyi öğrenmek, arınmak için sevimli bir koşul. Kaygı ve korku bu yüzeyde yürüyenler.
Süregelen yaşamımda insanı ve içindekileri aramak istedim. Uzun topraklarda yürüdüm. Yaşamın daha derinine gitmek istedim. Bu, benim genelde ayak izleri olan yoldan farklı bir yolda yürümemi gerektirdi. İzlenen yolun karşısında olduğum için bir yanılgı hissine kapılmıyorum. Çoğu zaman insanoğlunun büyük bir ilüzyon içinde yaşadığını hissediyorum. Yaşamın derinine doğru indikçe orada her seferinde büyük bir yenilikle karşılaştım. Daha çok sevdim hatta bazen aşık oldum. Ayrım. Aslında bütün çatışmanın kaynağı.
Yakınım, uzağım, içindeyim, yuvarlanıyorum, zıplıyorum, kazıyorum, seviyorum. İnsanım. Korkuyorum, korkmuyorum.
Öylece bırakıp gidemeyiz. Sanat, bütün boyutlardaki güzellikler, aşk, daha çok sevgi, yaşamın kendiliğinden gelen iyilik hali, aydınlık ve bütün titreşimleriyle yaşamın kutsal enerjisi, tüm kurtarılacaklar; işte bütün bunlar neden hala hayatta olduğumuzun nedenleri. Özler, aydınlık ve ışık ısıtıyor.
Sonuna kadar giderken şükran doluyum.
Uzay genişlemeye devam ediyor.
‘Gezegendeki 8433. günüm’ nasıl güzel bir deyiş. Dünyayı, insanı, kendini anlamak için geldiğimiz dünyada; savrulmamışlık bir cümle ile anca bu kadar anlatılabilirdi. Yazı çok güzel.