Bir Bardak Çay Eşliğinde Otostopla Dünyayı Gezmek (Caycek.com)

Gördüğümüz zaman bizi heyecanlandıran, vay be ne güzel fikir diye birbirimize gönderdiğimiz bir proje: A Tea with 10.000 People (10.000 kişiyle çay) . Maceranın esas ismi Doğuş Kökarttı, yollara düşüyor ve hem geziyor hem de tanıştığı kişilerle çay içiyor, onlarla sohbet ediyor. Biz lafı çok uzatmayalım siz direkt Doğuş ile yaptığımız röportajı okuyun, hikayeyi ondan dinleyin.

IMG_5071

Sana kısaca kendini anlat diye sormayacağız. Onun yerine ‘Doğuş’un Yolculuğu’ tam olarak nerede ve ne zaman başlıyor, hikayenin o kısmından başlayalım…

Bunu biraz derinlere giderek anlatmaya çalışacağım. Okumayı öğrendiğim günlerden itibaren çok fazla kitap okudum. Farklı birçok tür olsa da macera kitaplarının benim için ayrı bir yeri vardı. Jules Verne, Jack London ve daha birçok yazarın macera kitaplarını okurdum. Anlatılanlar beni her zaman heyecanlandırmaya yetiyordu. Yani daha çok küçükken yolculuk ve macera kavramlarıyla ilgili kafamda birçok şey oluşmuştu. İlerleyen yıllarda garip bir şekilde farklı alanlarda başarılı ‘öğrenim’ hayatıma devam ettim. Tabi ki şimdi fark ediyorum ki öğrenimin okulla fazla bir ilgisi yok. On altı, on yedi yaşlarında bende başlayan düşünce değişiklikleri üniversitenin ilk yılında hayatımı etkileyecek boyutlara ulaştı. Farkındalık yakıcı bir şeydir. Merak ediyordum, daha çok arıyordum. Hayatın yaşadığımız genelgeçer nefes alış-verişlerden ibaret olmadığını net biçimde hissettim. Bunun farkındalığında okuduklarımın, gözlemlerimin ve bire bir deneyimlerimin büyük etkisi vardır.

“Şehirler, geleneksel toplum normları, bu sıkışmış hayatlar, her yere yetişmeye çalışan insanlık benim için var olmuyor bunu anladım.”

Ayrıca dünyada benzer düşüncede olan insanların her dönemde varolduğunu gördüm. Jack London, Beat Kuşağı yazarlarından Jack Kerouac, Allen Ginsberg, William Burroughs; belki çoğumuzun bildiği  Jim Morrison ve yanlarında çekinmeden sayabileceğim Richard Brautigan yakın hissettiğim adamlar. Dünyada yaşayan -ben gezgin sözcüğünü pek kullanmam- çok fazla aylak var. Sadece biz bunların bize çok  uzak olduğunu düşünüyoruz. Yol düşüncesini bunlar gerçekten kuvvetlendirdi ama bunların yanında ‘doğa’ diye bir odak var, bunu geri plana atamam. Şehirler, geleneksel toplum normları, bu sıkışmış hayatlar, her yere yetişmeye çalışan insanlık benim için var olmuyor bunu anladım. Kendimi doğaya çok yakın görüyorum olabildiğince yaklaştırmaya çalışıyorum. Bütün bu odaklar birleştiğinde kendimi maceraya, yolun kendisine, insanlara ve doğaya doğru giden bir yolculuk için yola vurdum. 19 yaşında küçük deneyimlerle başlayan yolculuklar bugün 21 yaşında bütün yolunu otostop ve kamp üzerine kuran bir adam ile dönüştü. Amacın ne dostum senin, diye sorabilirsiniz? Hayır, net bir amaca dayanan şeyleri samimi bulmuyorum. Dünyadan olmadığı gibi bütün yolculuklardan da bir beklentim yok. Ben deneyim için ve gerçekten ‘yaşamak’ için yoldayım.

Dogus Kokartti

Doğuş Kökarttı

Birçok şeyi aynı anda yapıyorsun? Keman çalmak, yazmak, seyahat etmek… Yolculuk sana ‘kendini bulman’ için bir fırsat mı yaratıyor yoksa aslında kim olduğunu iyi bildiğin için mi seyahat ediyorsun?

Sanırım kendimizi tanıma yolundaki yolculuğumuz asla sona ermeyecek bir şey. Bu yüzden kendimi çok iyi tanıdığımı söyleyemem. Ama bazen bu serseri herifle aramız iyidir. Yolculuk konusuna gelirsek, mutlaka insanın kendini tanıması için büyük bir fırsat yaratıyor. Özellikle tek başına çıkılan yolculuklarda, insanın kendinden başka kimsesi yoktur. Bu da onun kendini keşfine yatkın bir olanak sağlar. Bütün olasılıkları, sorunların çözümünü ve ayakta kalmayı kendi sağlamak zorundadır. Bu da başka bir yerde yaşayamayacağı bir deneyim verir. İnsan güç kazanır. Yol benim de kendimle ilgili pek çok şeyi bulmamı sağladı, bunu inkar edemem. Ama bu arayış asla bitmeyecek bir şey dolayısıyla sonuma varana kadar kendimi öğrenmeye ve deneyimlemeye devam edeceğim. Yola karıştıkça aydınlığa çıkıyorum.

“Yol ve edebiyat çok ilişkili”

Birçok  şeyi aynı anda yapmayı istiyorum ama hayat doğası gereği bunu pek olanaklı kılmıyor. Ben, aynı anda birçok şeye istenç duyuyorum.  Hepsi için aynı anda heyecanlanabiliyorum. Deli olduğumu düşünebilirsiniz ki  ben bazen kendim için düşünürüm. Ama hayatın kendisine dair bir heyecanım ve merakım var bu da bütün sevdiğim şeylere ertelemeden yönelme isteğimi ısıtıyor. Sanat, damarlarımdan her türde akmaya çalışıyor. Ama yukarıdan durup bakıldığında aslında yaptıklarım birbirinden çok uzak şeyler değil. Yol ve edebiyat çok ilişkili. Bir yaşam formunun diğerine dönüşümü gibi bir şey. Ayrı düşünemem. Yoldan önce bir şiir kitabı yazdım, sonra yolun içinde bir şiir kitabı daha yazdım. Yaklaşık on sekiz yaşında yazdığım ve yayımlanmış olan Üzüm Dalları, Güneş ve Güz, yirmi yaşında yazdığım ve hala yayınevi arayışını sürdüren Nehir Yolcusu…

“Müzik benim varoluş sebebim”

Şimdi bir yol romanı üzerinde çalışıyorum. Müzik ise benim varoluş sebebim. Uzun yıllardır keman çalıyorum, biraz gitar çalıyorum, belki bir de mızıka. Ama aslında ben şarkı söylüyorum. Bir grubumuz var ve sanırım bizim tembelliğimizdendir istediğimiz albümü bir türlü çıkaramadık. Çok sağlam besteler yapsak da fazla çalışmıyoruz ve her şey çok yavaş gerçekleşiyor. Umarım herkes gibi biz de bir gün o albümün çıktığını görürüz. Bunların yanında tiyatroyla, sinemayla çok ilgiliyim. Fotoğraf çekiyorum. Çizim yapmayı pek beceremesem de deniyorum. Sanat benim için varoluşun gizli alanı. Her köşesinde yenilik ve uzun bir bilinmezlik var. Sanatın yanında birçok sporla ilgiliyim, eski profesyonel satranç oyuncuyum, yüzücüydüm. Çok fazla şey yaptım ama hayatın bana söylediği şey, sanırım az ama öz şey yapmam gerektiği. Çünkü artık her şeye yetişemiyorum ve bazı şeyler hep eksik kalıyor.

Nazım’ın dediği gibi ‘yaşamak yanı ağır bastığından’ mı ayak basılmadık yer bırakmama sevdan yoksa Turgut Uyar’ın dizelerindeki gibi serseriliğe, insanlara, toprağa meylim var diyerek düzene mi karşısın?

Öncelikle şunu söylemeliyim ki bu, bugüne kadar duyduğum en güzel soru. Sorunun hakkını vererek nasıl cevaplarım emin değilim ama anlatmaya çalışayım. Yaşamak yanı, bende çok ağır basıyor. Yaşamanın gerçek ve bilinen sınırları dışındaki soluğunu tattıktan sonra geri dönmem pek mümkün olmadı. ‘Gerçekten yaşamak’ benim için oldukça farklı anlamlara geliyor. Bütün kökleri görme isteğiyle yanıp tutuşuyorum, bu benim sonumu getirecek olsa bile. Korku yalnızca kısıtlar. Korkuya boyun eğenler benim için hiç yaşamamışlardır. Herkes rahat oldukları ve güven duydukları ‘comfort zone’larından çıkmamaya çalışıyor. İnsanlar ‘yeni’yi istemiyorlar. Keşfetmek istemiyorlar. Ben bunları istiyorum. Sistematik bir karşı çıkmanın ilk boyutu yaşamın yönetimini eline alma çabasıdır belki de. Ve yaşamın dibine gidebilme isteğidir, sorgulanmayanları sorgulamak, deneyimlenmemişi deneyimlemek, tek başına bütün dünyanın karşısında durabilecek kadar cesur olabilmektir. Hayatın gerçekleri hakikaten o ‘rahatlık alanları’nın dışına çıktığımızda başlıyor.  Sanırım sistem hainliğine devam ediyorum, hala.

 “Benim için doğru yaşamak bir antitezdir”

Turgut Abi, hem yazdıklarıyla hem hayat görüşleriyle kendimi yakın hissettiğim adamlardan biri. Düzene karşı bir hayat tarzını ‘yaşamak uğraşım’ ve serseriliğe meyilim olduğu şüphe götürmez biçimde doğru. Geleneksel yaşamlar ve toplum kavramının getirdikleri üzerimden atmaya çalıştığım birçok şeyden bazıları. Sistemin içinde yok olan insanoğlu, çoğu zaman sadece çarkı döndüren bir devre olduğunun farkına varamıyor. Tabi bunun birçok sebebi var, eğitimsizlik, kavrayamama, üzerine düşünmemek vs. Günümüz dünyasında her şey tükeniyor ve insan da bunlardan biri haline gelmiş durumda. İnsana “insan” gözüyle bakanların sayısı çok az. Ben bunların farkına vardığım günden beri sistemin dışında kalmaya uğraşıyorum. Alış-veriş yapmamaya, para kullanmamaya, tüketmemeye çalışıyorum. Çünkü para kazanmak için insan çoğu zaman zamanını satar ve bu sattığı zamanı bir nesneye dönüştürür satın alarak. Yani özde nesneler için kendi hayatını satar. Ben düzenin dışına çıkma eylemini en fazla, belki de her şeyi geride bırakıp yola çıkarak yapıyorum ki sistem sana bir iş sahibi olmanı, para kazanmanı, evlenmeni ve her sabah sekiz-beş arası işe giderek ölmeni öğütlüyor. Ben ise bunlara uymuyorum. Benim için doğru yaşamak bir antitezdir.

“Çizginin dışındaki macerayı istiyorum”

Serserilik, muhtemelen özümde bir yerlerde var. Sokaklarda bağırıp çağırarak şarkı söylemek, gece yarısı denize atlamak ya da son paramı bir kitaba vererek bir sokağın duvar diplerinde uyuyarak sabahı dilemek, sabah kalktığımda ise ilk çektiğim otostopla yüzlerce kilometre uzağa gidebilmek; çok fazla ‘kendim gibi’ hissetmeme neden oluyor. Belki bu yüzden düzenin insanı olamıyorum. Çizginin dışındaki macerayı istiyorum. Belki bu yüzden ‘gezgin’ kelimesini fazla benimseyemedim. Bütün gezegenin yerlisi bir aylak, şehirlere sokaklarda kaybolmak için girip insanları ve hayatı gözleyen bir flaneur, otobanlarda kirli ve özgür bir berduş benim içinde kendimi çok daha rahat hissettiğim tanımlamalar. Toprağı gerçekten anlayabilseydik sanırım her şey çok farklı olurdu.

Dogus Kokartti

Doğuş Kökarttı

Gelelim “A Tea With 10.000 People’ projesine. Şimdi ondan uzun uzun bahsedebilirsin

Fikrin oluşmasının arkasında büyük bir hikaye bekliyorsanız muhtemelen hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Her şey şöyle başladı.

İzlanda otobanlarında yürüdüğüm bir gün, son yirmi günde otostoplarda ve gittiğim  yerlerde tanıştığım inanılmaz insanları düşünüyordum. Sonra bütün yolculuklar boyunca tanıştığım o güzel insanları düşündüm. Daha fazla insanla tanışmanın, daha fazla hikaye ve deneyime ulaşmanın mümkün olduğunu anladım. Oradan otostop çekip vardığım ilk kasabada en ucuz not defterine benzeyen şeyi aldım ve yazmaya başladım. Beynimde bir şeyler çakıyordu. Sayılar dönüp duruyordu en son 10.000 ‘de karar kıldım. Olasılığı yüksek geldi. Bir isim bulmam gerekiyordu A Tea With 10.000 People koydum.

“Gezegendeki en değerli varlık insan ve aslında canlılık”

Aslında bir amacı yok çünkü felsefe olarak bir amaca bağlı olan şeyleri samimi bulmuyorum. Gezegenin hikayesine katılmak, insanların hikayelerine katılmak, yeni bir hikaye yaratmak istedim. Hala insanlığa inanabileceğimizi göstermek için de bunu evrensel bir paylaşım alanına dönüştürdüm. Ben biraz önce söylediğim gibi toplumsal ve geleneksel yaşamın getirdiklerine inanmayan bir adam olarak dostluğa ve samimiyete önem veriyorum. Gezegendeki en değerli varlık insan ve aslında canlılık.

IMG_5837Süreyi başta beş yıl olarak düşündüm ve böyle duyurular yaptım ama yavaş gitme kararımla birlikte bunu daha da yayabileceğimi anladım. Aslında bunun bir sonu da yok. 10.000, beş yıl, on yıl sayıların bir önemi yok. Gelen davet mesajları çıkacağım uzun yol rotalarını belirliyor. Yoğunluk olan bölgelere ağırlık veriyorum. Yakın zamanda yurt içinde ve yurt dışında birçok rota planı var gerçekleştirmek istediğim.

Çayın kültürel olarak yer edindiği ülkelerde ‘çay ve insan’ arasında genelde bir bağ vardır. Bu Japonya’da da böyledir, Hindistan’da da, Türkiye’de de… Projen, çay ve insan arasındaki bu bağdan mı besleniyor sence?

“Doğu mistisizminde özellikle çay farklı anlamlar taşır ve ben bunları değerli bulurum”

Aslında çayın arka plan özelliklerine dayanarak bu ismi oluşturmadım, sadece bir sembol olsun istedim ama çayın evrensel bir içecek olduğuna inanırım. Ve Zen felsefesinde de çay önemlidir. Doğu mistisizminde özellikle çay farklı anlamlar taşır ve ben bunları değerli bulurum.

Şu ana kadar kaç kişiyle çay içtin? 10.000 hedefin oluncaya kadar devam mı edeceksin?

Neden bilmiyorum ama herkes özellikle bu soruyu soruyor. Şunu belirtmeliyim, bence sayıların bir önemi yok; insanlara sadece sayacak bir sayı gözüyle bakarsam bu projenin özüne ters bir davranış gerçekleştirmiş olurum. Sayıların değil insanların önemi var. Ama yine de merak edildiği için söyleyeyim bu röportaj gerçekleşirken sayı 81’di. Bu sayı çok az gözüküyor ama projeye yerleşik hayata geri döndüğüm bir dönemde ve yaklaşık iki ay önce başladım. Biraz da yavaş gitmek istediğimden işler yavaş ilerliyor. Ve birini projeye dahil etmek için fotoğrafını çekmem gerekiyor, herkesin de fotoğrafını çekemedim belki 200 kişiyle buluşsam da. Bu yüzden biraz yavaş gidecektir işler. 10.000 oluncaya kadar devam edecek miyim, o kadar yaşayacak mıyım; tabi ki bunları bilemem. Çok planlı olamıyorum. Ama eğer mümkün olursa gerçekten 10.000 insanı tanımayı istiyorum.

10.000 insan içinde çay içmek istediğin özel biri var mı?

Aslında bu konu üzerinde daha önce düşünmemiştim ama sorunca mümkün olabilir gibi geldi. Sanırım böyle birçok kişi var. Bazıları ne yazık ki hayatta değil. Ölmeseydi Jeff Buckley, Jim Morrison, J.D. Salinger, Jack Kerouac, Sait Faik Abasıyanık ve Robbin William ile bir şeyler içmek isterdim. Yaşayanlardan Eric Clapton, Nick Cave, Chuck Palaniuk, Hanz Zimmer, David Lynch, Harry Kewell, Steven Gerard, Onur Ünlü, Harun Tekin, Yann Tiersen, Eddie Vedder, Hilary Hahn, Paul McCartney, Jack Nicholson, Wes Anderson, Robbie Coltrane, Will Smith, Stephen King, Umberto Eco, Ingvar Ambjørnsen, Sigur Ros grubunun üyeleri, Flört grubunun üyeleri, Gary Snyder, Ara Güler, Tom Hanks düşününce ilk aklıma gelenler ama uzun süre düşünürsem muhtemelen burada yüzden fazla insandan bahsedebilirim. Tabi ki bu insanlarla biraz muhabbet etmek güzel olurdu, belki de gerçekleşir kim bilir.

IMG_6476

“A Tea With 10.000 People” projesine katılım nasıl oluyor? Dünyanın herhangi bir ülkesinden sana nasıl ulaşacak insanlar?

Bunun çok çeşitli yolları var. www.facebook.com/ateawith10000people projenin ana sayfası. Tanıştığım insanlar ve  yer bildirimine dayalı duyurularım önce orada yayınlanıyor. Genelde buradan, kişisel facebook hesabımdan, www.instagram.com/doguskokartti instagram.com/ateawith10000people ‘dan vewww.twitter.com/doguskokartti ‘den buluşma teklifleri geliyor. doguskokartti@gmail.com’dan da zaman zaman mailler alıyorum.  Ana trafik buralardan ve Facebook’ta A Tea With 10.000 People diye isimlendirilen etkinlikten sağlanıyor. Şu an ana sayfada yaklaşık 130 ülkeden insan var ve bana yaklaşık 100 ülkeden davet mesajları geliyor. Ulaşılması son derece kolay bir insanım, sadece artık gelen mesajların yoğunluğundan dolayı herkese cevap vermekte zorluk çekiyorum bunu çözmeye çalışıyorum.

IMG_6444

Buluştuğun insanlarla neler paylaşıyorsun? Eminiz her buluşmanın sende ayrı bir hikayesi oluyordur. Fakat içlerinde seni çok etkileyen hangi hikaye oldu?

Genelde belli şeyler üzerine konuşuyoruz gibi bir ortam olmuyor, arkadaşlarımla ne konuşuyorsam aynısını konuşuyorum çünkü o saatten sonra o insanlar da benim arkadaşım olmuş oluyorlar.

Beni etkileyen çok fazla hikaye var. Her insanın hikayesi belli yönleriyle etkileyicidir. Hiçbirini bir kenara atamayız. Antalya’da pansiyonunda ücretsiz kalmamı sağlayan bir abinin hikayesi çok içtendi. Onun hikayesinin bir bölümünü, onun ağzından anlatayım.

“Garip bir hayatım oldu. Bugünlere kolay gelmedim. On altı yaşında doğduğum yerden kaçtım ve Antalya’ya geldim. Abim vardı burada onu arıyordum. Başka da hiçbir şeyim yoktu. Bulamadım bir şekilde adresi, o zamanlar telefon yok bir şey yok. Kayboldum. Mezarlıklarda yattım günlerce. O yıl ehliyetimi aldım ve bir otobüste şoför olarak çalışmaya başladım. Askere gidene kadar bu işte devam ettim. Askere geldikten sonra şoförlük yaptığım otobüsü satın aldım. Bir süre onunla devam ettim, daha sonra otobüsü satıp bir ticari taksi aldım. Yıllar sonra, biraz da şansımın yardımıyla bu pansiyonu satın aldım. Ama çok çalıştım bugünlere gelebilmek için. “

Bunun dışında Sri Lanka’lı bir müzisyen İsveç’te ilginç bir hayat yaşıyordu. Bir Hintli kadın elime Hintçe ismimi hint dövmesiyle yazmıştı. Bunlar asla unutamadığım anılardan bazıları.

“A Tea With 10.000 People’ projesinde hedefine ulaştıktan sonraki planların neler? Bunun bir kitabını yazmak ya da belgeselini çekmek gibi şeyler var mı aklında?

Aslında tam olarak böyle bir şey yapmak istiyorum. Eğer bir gün sonuna ulaşırsam öncelikle kitabını yazacağım. Film mi belgesel mi olacağına muhtemelen o zaman karar veririm  ama iyi bir senaryoyla, güzel çekilebilecek bir film sanırım daha evrensel sonuçlar doğurur. Projenin bitip bitmeyeceği de aslında değişik bir algı boyutu. Bu hiçbir zaman bitmeyebilir on bin yirmi bin, ölene kadar devam edebilir. Ya da bir gün her şey kendiliğinden bitebilir. Bunu öngöremiyorum şimdiden.

Projenin devamı için ihtiyaç duyduğun destekler neler?

Bunu anlatmadan önce bir konudan bahsedeyim. Benim yolum belki de çoğu yolcudan biraz farklı. Ben paraya inanmıyorum. Hiçbir zaman yeterli parası olan bir adam olmadım zaten ama aslında düşünce olarak inanmıyorum. Yolculuklarda ölüme çok yaklaşmadığım sürece para kullanmıyorum. İlk dönem yolculuklarımda tren ve otobüs kullanırdım ama sonra sürekli otostop çekmeye başladım. Çünkü otostop size hayal edemeyeceğiniz hikâyeler verir. Muhteşem insanlarla tanıştım, belki de binden fazla insanla tanıştım otostoplar sırasında. Otostopta yaşama dair aldığım ilhamı ve mutlak özgürlük hissini çok az yerde hissedebildim.

“Projeyi insanlara anlatmak ve destek olmak yapılabilecek en güzel şey”

Uzun sırtçantalı yolculuklarımda bütün ülkelerde gezginlerin ya da gezginlere yardım eden insanların evlerinde kalıyorum. Otostopta ya da evlerinde kaldığım insanlar çokça yemek ısmarlıyorlar, bunun dışında gittiğim yerlerde küçük işlerde çalışıyorum. Bazen masa temizliyorum, bazen garsonluk yapıyorum. Böylece yemek buluyorum. Ya da keman çalıyorum, ama bu henüz aşırı yemek yedirmedi bana. Sanırım kemanla sokakta daha uzun kalmalıyım ama ben yola devam etmeyi seçiyorum.

IMG_5287

Buradan anlaşılacağı üzere çok fazla bir şeye ihtiyacım yok. Sadece uçak biletlerini ve bazı ekipmanları karşılamaya gücüm yetmiyor. Veya dünyanın bütün ülkelerinde otostop mümkün olmuyor burada başka ulaşım araçları kullanmak gerekecek. Tabi ki bu parasız felsefenin işlemediği ülkeler de yok değil. Bu yüzden bir sponsor arayışım var. Ama çok da mutlak olması gereken bir şey değil şimdilik. Maddi desteklerin dışında projeyi insanlara anlatmak ve destek olmak yapılabilecek en güzel şey aslında. Bir de grafik tasarımı yapan insanlara ihtiyacım oluyor çoğunlukla.

Şimdiye kadar kaç kişiyle çay içtiğini öğrendik. Peki, kaç farklı çay içtin?

En ‘çay’lı soru bu oldu. Aslında herkesle çay içmiyorum ama tabi ki çok çay içtiğim de oldu. Yeşil Çay, Siyah Çay, Kaçak Çay, İngiliz Çayı, Elma Çayı, Ihlamur Çayı, Hint Çayı içtim. Ben de bunları ne ara içtiğimi bilmiyorum ama epey çay içmişim. Dostluğu ve insanlığı büyüten her içecek gibi çay da oldukça değerlidir.

Doğuş’a bu güzel röportaj için teşekkür ediyoruz.

Yolun açık, çayın demli olsun Doğuş:)

Kaynak: caycek.com

Orjinal Hali: http://www.caycek.com/bir-bardak-cay-esliginde-otostopla-dunyayi-gezmek/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir